Cumartesi Anneleri hareketi, siyasal ve toplumsal yaşamımıza 1990’lı yıllarda girmiştir. 2000’li yıllarda da eylemlerdeki ısrarlarını sürdürerek Türkiye’nin toplumsal muhalefet tarihinde ve insan hakları mücadelesinde önemli bir konum elde etmiş ve 1990'lı yılların başında sıklıkla yaşanan kaybolma olgusu, insan hakları savunucularının öncelikli mücadelesi haline gelmiştir.
Cumartesi Anneleri/İnsanları, 27 Mayıs 1995'ten bu yana her cumartesi günü Galatasaray Meydanı'nda oturma eylemleri düzenleyerek ülkenin yakın tarihinde gözaltında kaybettirilen ve faili meçhul siyasi cinayetlere kurban giden yakınlarının bulunmasını ve faillerini yargılanmasını isteyenlerden oluşan bir topluluktur.
Her hafta cumartesi günü saat 12.00’da İstiklal Caddesi’nde bulunan Galatasaray Meydanı’nda başlayıp yarım saat süren oturma eylemlerinde, sessiz oturma süresi bittikten sonra bir kaybın hikayesi okunur ve ardından gerçekleştirilen basın açıklamasıyla eylemler sonlandırılmaktadır.
Cumartesi Anneleri/İnsanları’nın başlıca talepleri, kayıpların devlet arşivlerinde kayıtlı akıbetlerinin açıklanması, faillerin yargılanması, Türk Ceza Kanunu'nda zorla kaybetme suçunun insanlığa karşı suç kapsamında zaman aşımına uğramayacak şekilde düzenlenmesi ve Türkiye'nin “Birleşmiş Milletler Gözaltında Kayıplar Sözleşmesi”ni imzalamasıdır.
13 Mart 1999 tarihinde, kolluk güçlerinin eylemlere müdahalesi sürekli hale gelince, Cumartesi Anneleri eylemlere ara vermeye karar verirler. Eylemler, 1999 senesinden 2009 senesine kadar yapılamamıştır. 31 Ocak 2009 tarihinde, eylemler tekrar başlamıştır.
05 Şubat 2011 tarihinde dönemin Başbakanı Recep Tayip ERDOĞAN tarafından yapılan davet ile Cumartesi Anneleriyle Dolmabahçe Sarayı’nda bir görüşme gerçekleştirilmiştir. Cumartesi Anneleri içinde yer alan zorla kaybettirilen Cemil Kırbayır’ın annesi 103 yaşındaki Berfo Kırbayır’ın da yer aldığı görüşmede, kayıpların bulunacağı, sorumluların yargı önüne çıkarılacağı belirtilmiştir. TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonunun 9 Şubat 2011 tarihli toplantısında “Gözaltındayken kayboldukları iddia edilen kişilerin akıbetinin araştırılması” amacıyla bir alt komisyon kurulması kararı alınmıştır.
Komisyon tarafından yapılan araştırma neticesinde hazırlanan rapor TBMM Genel kuruluna sunulmuştur. Rapor kapsamında, “Diğer bir deyişle burada sistemli hak ihlallerini tayin eden unsurlar, işkence eylemlerinin tekrarına gösterilen resmi hoşgörüdür. Eylemlerin tekrarından kasıt, genel bir durumun ifadesi olan çok sayıda işkence ve kötü muamele eyleminin bulunmasıdır. Resmi hoşgörü ile kastedilen ise, eylemlerin açıkça yasa dışı olmasına rağmen dönemin idarecilerince hoşgörüyle karşılanması ve eylemi yapanlar hakkında etkin bir soruşturma mekanizmasının işletilmemesidir. Öyle ki, doğrudan bu eylemleri yapanların amirleri, durumun farkında olmakla birlikte, sorumluları cezalandırmak veya eylemlerin tekrarını önlemek için hiçbir girişimde bulunmamışlardır.
12 Eylül 1980 darbesi ertesinde ve doksanların ortasına kadar ülkemizde faili meçhul cinayetler, yargısız infazlar ile işkence ve kötü muamelenin olduğu ile ilgili kamuoyundaki kuşku ve kanaatler azımsanamayacak kadar çoktur.
Türkiye’nin demokratikleşmesi ve devletin şeffaflaşmasında kat edilen mesafeye mukabil Komisyonca olayın inceleme sürecinde; dönemin askeri personelinin belirlenmesine ve dinlenilmesine yönelik yazılı ve sözlü isteklere Milli Savunma Bakanlığınca, raporun yazım aşamasına kadar henüz cevap verilmemiş olması, işkence ve yaşam hakkı ihlaline neden olan dönemin personeline yönelik hoşgörü olduğuna ilişkin endişemizi güçlendirmektedir.” hususu belirtilmiştir.
700. hafta etkinliğiyle başlayan süreçte, dönemin İçişleri Bakanı Süleyman SOYLU’nun kriminalize edici ve hedef gösterici söylemiyle birlikte, fiilen ve alınan yasaklama kararlarıyla Cumartesi Anneleri/İnsanları’nın barışçıl protesto hakları engellenmekte ve gözaltı işlemleri ile sistematik bir şekilde yargı tehdidine maruz bırakılmaktadırlar.